9 Mart 2015 Pazartesi

Fenerbahçe:1 Galatasaray:0

Derbilerde kazanmak zorunda olmak her zaman için bir avantaj, özellikle içerde oynuyorsan… Geçmişte Fenerbahçe’nin Galatasaray galibiyeti ile puan farkını kapatıp lige tutunduğu birçok an olmuştur. Dünkü maçta da benzer bir senaryo vardı ortada ve bu bir kez daha gerçekleşti.
Hamza Hamzaoğlu her ne kadar ofansif bir 11 ile çıksa da her ne kadar galibiyeti istediklerini belirtse de puan farkının rahatlığı Fenerbahçe’nin baskısıyla birleşince Galatasaray’ı iyice skoru koruma ve beraberliğe razı olma durumuna itti.

Golü atanın avantaj sağlayacağı ilk yarıda oyun çok hızlı başladı. Her iki taraf da ilk golü atmak için istekliydiler. Soldan gelen Galatasaray ortasında savunma ve Volkan’ın anlaşmazlığı Selçuk’un boş kaleye topu ağlara göndermesi ile sonuçlanabilirdi. İyi bir refleks topu çıkaran Volkan maçın devamında daha net fırsatları savuşturarak takımının galibiyetinde çok önemli bir rol oynayacaktı.
Fenerbahçe’nın istekli görüntüsü Galatasaray’ın pozisyonları ile dengelendi. Burak Yılmaz’ın karşı karşıya kaldığı pozisyonda kaçırdığı golden sonra oyun durulmaya başladı. Fenerbahçe savunmadan uzun toplarla çıkmaya çalıştı çünkü orta sahadan yardım gelmedi ve takım saha içerisinde çok kopuk gözüktü. Hava hakimiyeti olmayan Sow ve Emenike’ye atılan bu toplar Galatasaray’a hediye oldu bir anlamda. Topu kullanma konusunda Galatasaray ilk yarıda daha iyi olmasına rağmen üretkenlik konusunda eksiktiler. Hücumda çoğalmalarına rağmen sol kanattan gelen organizasyonlar dışında etkili olamadılar.

Fenerbahçe orta sahasında Diego aldığı topların neredeyse hepsini olumlu kullandı ama Fenerbahçe hücumda bir türlü çoğalamadı. Gökhan’ın sağdan rakibini geçip Kuyt’a çıkardığı pozisyon dışında duran top haricinde pozisyon bulamadı Fenerbahçe ilk yarıda. Caner’in derinden yaptığı ortalar savunmada eridi.

İkinci yarıda oyun tamamen Fenerbahçe’nin lehine döndü. Birbirine daha yakın oynamaya başlayan Sarı Lacivertliler topu kaptırdıklarında yaptıkları pres’in düzeyini artırdılar. Tribünlerin de katılımıyla üst üste pozisyonlar geldi. Sow’un volesini müthiş bir refleksle Muslera çıkardı, ardından Emre’nin frikiği direkte patladı, Kuyt dönen topu 3 metreden dışarı attı. Emenike birkaç dakika sonra duran toptan gelen ortayı dışarı vurdu, direğin birkaç cm dışından auta gitti top. Bu dakikalarda gerçek bir pivot santrafor olan, yan toplarda ve duran toplarda etkili olan Pierre Webo sahada olsaydı maçın golü daha erken gelebilirdi. Yine ilk yarıda soldan gelen iki ortada Kuyt Olcan’ın yanından kafayı vurdu. Net vuruşlar olmadı bunlar ama bu eşleşmeyi daha fazla kullanmayı deneyebilirdi Fenerbahçe. Olcan – Kuyt eşleşmesinde sol taraftan gelecek bir orta ile arka direkte Kuyt etkili olabilirdi.

Doğal mevkisi sol bek olmayan Olcan maçın en kritik anlarından birinde Emenike’yi kaçırdı, sarı kartla ucuz kurtuldu. Pozisyon net olarak bariz gol şansı dolayısıyla kırmız kartla değerlendirilmeliydi. Kırmızı kart gelseydi baskı iyice artardı ve Fenerbahçe daha rahat bir galibiyete ulaşabilirdi.

İkinci yarıda Gökhan ve Kuyt’ın sağdan daha fazla gelmesiyle arkada boşluk bulurum düşüncesi ile Yasin’i oyuna aldı Hamza hoca. Yasin oynadığı limitli dakikalarda iyi işler yaptı, özellikle golden sonra ceza sahasında yaptığı ince işler skorboard’u değiştirebilirdi.

Diego 65, 70.dakikadan sonra oyundan düşmeye başlamıştı, Webo ile değiştirilmesi doğruydu.
Fenerbahçe’nin baskısı kısmen azalmışken gol geldi. Oyuna giren Webo’nun indirdiği topta kontra atakta yakalanan Galatasaray savunmada açık verdi. Solda topla buluşan Kuyt çok düzgün bir vuruşla Muslera’yı avladı. 5 metreden , 3 metreden kaçan gollerden sonra çok daha zor bir pozisyonda gol geldi.

Futbolda en tehlikeli anlar golü attıktan sonraki birkaç dakikadır. Golün sarhoşluğuyla gol yemeye açık olur takımlar ki bu neredeyse dün gerçekleşiyordu. 80 dakika gol için yoğun çaba harcayan Fenerbahçe golün keyfini yanlızca 1,2 dakika sürecekti eğer Yasin’in vuruşu gol olsaydı. Volkan iyi bir refleksle topu çıkardı ama Yasin’in de çok net bir vuruş yapamadığını söylemekte yarar var. Golden önceki ince işleri başarıyla yapan Yasin daha sert bir şut çıkarsaydı Volkan’ın yapacağı bir şey olmayabilirdi.

Kalan dakikalar vakit öldürmekle geçti Fenerbahçe için ve sonuç olarak galibiyeti daha çok isteyen taraf maçı kazandı.


Baskı yediği anlarda Galatasaray orta sahası Fenerbahçe orta sahasına karşı direnemedi, maçı orta sahada kaybetti Galatasaray. Bu anlarda Sneijder, Umut veya Burak’ın yerine Dzemaili veya başka bir orta saha oyuncusu ile takviye yapsaydı Hamza hoca Fenerbahçe baskısını hafifletip, birkaç pasla kontra atağa çıkma şansına sahip olabilirdi takımı. Sahada çok etkisiz görüntü çizen Sneijder yerine daha dirençli bir orta saha oyuncusu ile oyunu tutma şansı vardı Galatasaray’ın. Skor 1-0 olunca iş işten geçti. Bu galibiyet ile Fenerbahçe bir kez daha bir Galatasaray galibiyeti ile lige tutundu.

Bu yazı 09.03.2015 tarihinde yazılmıştır

18 Şubat 2015 Çarşamba

Chelsea Paris'ten İstediğini aldı : 1-1

2 Nisan 2014’te PSG’deki kariyeri istediği gibi gitmeyen Javier Pastore çizgiden sihir yaratarak 2-1 bitmesi beklenen maçta skoru 3-1’e getirdiğinde Jose Mourinho’nun Chelsea’si için sirenler çalmaya başlamıştı.  Stamford Bridge’de 2 farklı galibiyet alması gereken ekibi elenmenin eşiğindeydi bir nevi.  Ama 6 gün sonra Stamford Bridge’de benzer bir sihri duran topta yarattı Chelsea, bitime 3 dakika kala Demba Ba ile 1 hafta önce kaybetmenin eşğine geldikleri turu geri kazandılar. Bu iki ekip dün Şampiyonlar liginin 2.turunun ilk maçına çıktılar.

Yaptığı sansasyonel transferlerle Fransa Ligi’ni domine edip Şampiyonlar Liginde de en az yarı final hedefleyen PSG bu yıla kadar bu hedefine henüz ulaşamadı. Fransa Liginde dominasyon beklendiği ölçüde gelmedi, PSG zirveye yakın ama beklenen 10+ puan’lık farklarla zirvede tek kalmasıydı PSG’nin. Şampiyonlar liginde ise çeyrek finalin ötesini göremediler, bu yıl da Chelsea’ye denk geldiler.

Geçen yılın rövanşını alarak ilk 4’e kalmayı hedefleyen PSG’nin karşısında geçen yıla göre çok daha kuvvetli, Courtois, Fabregas ve Diego Costa’lı Chelsea Premier Lig ve Şampiyonlar ligindeki formuyla kantarda ağır basıyordu.

Maç öncesi beklentiler, izlenimler bir yere kadar, maç başladığı zaman herşey unutulur.
PSG’de Motta, Aurier, Cabaye, Lucas gibi önemli isimler sakatlıktan yoksundu, bu eksikler takımı ne kadar etkiler merak ediliyordu. David Luiz eski takımına karşı ilk kez forma giyecekti  - Blanc onu orta sahaya kaydıracaktı - onun performansı nasıl olacak merak ediliyordu.

Chelsea sürpriz bir kararla Schürrle’yi satarak Cuadrado’yu satın aldı ara transfer döneminde. Schürrle’nin yeteri kadar süre alamadığı için gitmek istediğini düşünüyorum zira Schürrle oynadığı zaman hep verim veren, çok yönlü, iki kanatta, en uçta ve forvet arkası oynayabilen yetenekli bir hücum oyuncusu. Cuadrado ise klasik bir kanat oyuncusu. Kanattan sıfıra inip orta yapan, Jesus Navas tarzı bir oyuncu.  İngiltere’ye adaptasyonu düşünüldüğünde Cuadrado’dan verim almak için Chelsea’nin bir süre beklemesi gerekecek.

Maça beklendiği gibi Luiz’i orta sahada oynatarak başladı Blanc, Chelsea ise Costa’nın yanına Willian ve Hazard’ı monte ederek başladı. Şampiyonlar ligi temposunun altında, yavaş, durağan bir oyun oldu ilk yarı. Jose Mourinho beraberliğe razı bir şekilde arkada kalabalık durup ani kontra ataklar ve duran toplarla gol aramayı düşündü. Mourinho PSG’yi rahat çıkartmamak için sürekli baskı yaptırdı PSG’nin savunması topla çıkarken. Bu da genel olarak işe yaradı, PSG ya uzun top oynamak zorunda kaldı ya da savunma oyuncuları kendi aralarında orta saha yuvarlağına kadar paslaşmak zorunda kaldılar. Luiz elinden geleni yapmış olsa da bir savunma oyuncusu. Orada geriden top alıp oyunu yönlendirebilecek, baskıya karşı takımını rahatlatacak bir Cabaye çok arandı. Matuidi topla ve topsuz kaleye giden bir oyuncu, pas özelliği iyi ama pasör değil, oyunu yönlendirecek bir oyuncu değil. Verratti bu tip bir oyuncu ama o da tek başına kaldı. İlk yarı çok kopuktu PSG, 5 savunma oyuncusu ile ileri uç arasında 50, 60 metrelik boşluklar vardı top PSG’de iken.  5 savunma oyuncusu diyorum çünkü Luiz direk savunmanın ortasına girerek top kullandı.

Chelsea planladığı gibi bir duran top dönüşü üç savunma oyuncusunun iş birliğiyle golü buldu. Gol PSG’nin başına gelen en güzel şey oldu bu maçta. Ondan sonra uyanmaya başladılar çünkü.
Her ne kadar Chelsea temkinli bir şekilde oynayıp, beraberliğe razı olsa da PSG de benzer bir şekilde temkinli başladı oyuna. Blanc da ‘aman gol yemeyeyim, bir şekilde atarım ne de olsa, 1-0 yeter bana’ şeklinde bir anlayışla sahaya sürmüş takımını.

Maç 0-1 olunca çare kalmadı, ikinci yarıya baskılı çıktı PSG. Hem önde bastılar, hem de hücumda çoğaldılar. Chelsea savunmasının büyük hatasında Cavani bomboş kafa vuruşuyla dengeyi getirdi oyuna. 1-1’den sonra Chelsea iyice beraberliğe oynadı, PSG de iyice oyunu zorlamaya başladı. Burada kalite devreye girdi. Ibrahimovic ve Cavani birer pozisyon buldular, atsalardı, 2-1 veya 3-1 olabilirdi ama atamadılar. Chelsea savunması kolay kolay pozisyon vermez rakibe, bulduğunu atacaksın. Pastore oyuna girince PSG’nin kaliteli ayakları arttı sahada ama o da son tercihleri kötü yaptı. Lucas Moura gibi bir oyuncu sahada olsaydı PSG sağ taraftan çok zorlayabilirdi Chelsea’yi. Ya da Cavani ve Ibrahimovic’in ayarında olmasa da onların bir tık altında bir forvet oyuncusu ile ön bölgede kalabalık yaratarak golü bulabilirdi PSG ama böyle bir oyuncusu yok.

PSG çok istedi ikinci yarıda ama istemek yetmiyor, kaliteleri yetersiz kaldı Chelsea savunması önünde. Ibrahimovic ve/veya Cavani yarattıkları pozisyonları atsalardı PSG tura yaklaşacaktı ama 1-1 PSG için kötü bir skor.

Mourinho bir kez daha futbol yerine skoru tercih etti. Futbol oynamak için elinde çok müsait bir takım var ama onun pragmatik yaklaşımı artık doruk noktada. Kaybetmeyi hiç sevmiyor ve kendinden daha az kalitedeki bir takıma karşı bile skor avantajını elde etmek için defansif bir oyun tercih edebiliyor. Geçen sene Mourinho’nun bu takıntılı yaklaşımını yıkmıştı Simeone, turu geçerse Chelsea yine benzer bir sonla karşılaşabilir Mourinho eğer takımı bu kadar negatif oynatmaya devam ederse.

Şampiyonlar liginde bulduğunuz pozisyonları değerlendiremezseniz bir yenisini bulamayabilirsiniz ve o çok aradığınız golü bulamazsınız. Bu seviyede artık an’lar ortaya çıkıyor, o birkaç “an” maçın kaderi oluyor. Bu maçta da Cavani ve Ibrahimovic o anlarda biraz daha iyi vuruşlar yapabilseler ibre PSG’ye dönecekti ama şimdi şans Chelsea’den yana. PSG’nin 2.yarıdaki agresif, hücum futbolu felsefesini İngiltere’ye taşıması gerektiğini ve maç boyunca Chelsea’ye baskı kurması gerektiğini düşünüyorum. Sonuçta 1-0 geri bile düşseler atacakları bir gol ile tura tekrar ortak olacaklar. Pasif futbol PSG’nin işine gelmiyor, geçen sene Londra’da çok pasif oynamışlardı, 3-1’i koruma derdindelerdi ve faturasını ödediler. Bu yıl koruyacak bir avantajları da yok, umarım Blanc geçen seneki ve bu maçta dersini almıştır ve PSG’nin oynaması gerektiği futbolu oynatır rövanşta.


Bu yazı 18.02.2015 tarihinde yazılmıştır.

31 Ocak 2015 Cumartesi

Wolfsburg:4 - Bayern Münih:1 - Bu maçın kasedi Lucescu'nun en fazla izleyeceği maç kasedi olabilir...

Mircea Lucescu Şampiyonlar Liginde takımı Bayern Münih'le eşleştiğinde kuranın talihsizliğine yanıyor olmalıydı. Roma, Manchester City, CSKA Moskova gibi güçlü Avrupa takımlarının yer aldığı gruptan çerez yer gibi, 4 maç sonunda gruptan çıkmayı garantileyerek güle oynaya çıkan, Bundesliga'da en yakın rakibine 11 puan fark atarak daha ilk yarıda şampiyonluğunu gayri resmi olarak ilan etmiş, üstelik geçen sene Şampiyonlar liginde Real Madrid'den büyük darbe yiyen ve onun acısını çıkartma planları içerisinde olan Bayern Münih ile Şampiyonlar Ligi 2.turunda eşleşmek kabus olmalıydı...

Kura çekildiğinde yıl 2014'tü şu anda ise 2015'teyiz. Birkaç gün geçse bile bir yılı geride bırakmanın psikolojik etkisi bambaşkadır. Yeni bir yıl, yeni hedefler, yeni beklentiler...

Bayern Münih Wolsfburg'lu Junior Malanda'nın ölümünün yaklaşık 20 gün sonrasında, Bundesliga'da 2.yarının açılış maçında en yakın rakibiyle karşılaşmak üzere geldi Volkswagen arena'ya. Malanda'nın ölümü sonrası Wolfsburg'un psikolojik olarak dağıldığı, Bayern'in alacağı bir galibiyetle şampiyonluğa doğru yolunu iyice açacağı konuşuluyordu.

Ama futbol sahada oynanıyor ve ne olup biteceği hiç belli olmuyor. Dün de bunun bir örneğine rastladık, ligin ilk yarısında sadece 4 gol yiyen Bayern Münih, ikinci yarının ilk maçında Wolsfburg'dan 4 gol yedi! Skor çok çarpıcı ama arkasında yatan nedenler daha da çarpıcı.

Bayern Münih bu maça kafa olarak pek hazırlanmamış, bu sahada çok net gözüküyordu. Sahada olan bitene reaksiyon gösteremeyen bir Bayern vardı sahada. Bayern Münih Alonso'yu 3.stoper gibi oynatıp, bütün savunma hattını orta sahanın ilerisine taşıyor hücum yaparken. Bunu daha önce de yapıyordu, bu maçta da yaptı. Yanlız bu maçta sorun topu ceza sahası ile orta sahanın ortası arasındaki bölgede tutamamaları oldu. Wolfsburg o bölgede çok kalabalıktı ve oradan kaptığı toplarla Bayern'in arkasına ani ataklar geliştirdi. Topu etkili kullanamamalarının bir nedeni tabi ki Wolfsburg'un iyi alan kapatması, buna itirazımız yok, ama Bayern'in dar alanda iş yapacak oyuncularının sahada olmaması da önemli bir etkendi - Götze, Ribery-. Bayern Münih Robben veya Ribery'nin tek başına oynadığı maçlarda daha kolay durdurulabilir bir takım oluyor. Bunun örneği onlarcadır ama bir başkası da dün gece olandı. Robben sağ kanatta topu aldığında her zaman üç Wolfsburg'lu oyuncu tarafından kontrol ediliyordu. Diğer tarafta Ribery veya Götze olmayınca savunma önlemini sürekli Robben'e kaydırıyor. Ne zaman Ribery ve/veya Götze sahanın diğer tarafında oynarsa o zaman Robben'in işi kolaylaşıyor. Bunu en net Dortmund'a karşı zorlandıkları ama Ribery'nin oyuna girmesiyle 2-1 kazandıkları lig maçında görmüştük. Robben sürekli markaj altındaydı ve Bayern Dortmund savunmasını açamıyordu ta ki Ribery girene kadar.

Dün Ribery sakattı, Götze de sanırım hazır olmadığı için oynamadı - son 20 dk.hariç-, sonuç olarak sahada hücumda etkisiz bir görüntü çizen Bayern Münih vardı. Lewandowski ve Müller son 20 dk. oyundan çıktı, spiker "gecenin etkisiz isimleri" olarak bahsetti bu ikiliden. Bu ikili çok etkisizdi ama bunun nedeni topu onlara taşıyamayan orta saha yapısındaydı. Guardiola sol bekte başlattığı Bernat'ı ikinci yarıda sol ön tarafa koydu, Alaba'yı beke çekti ama nafile. Bayern hücumda biraz daha etkili gözüktü Bernat'la ama arka taraftaki sorunlar yine devam etti.

Oyunun hücum tarafı çok sorunluydu Bayern Münih adına ama asıl tehlike savunma. 3.lig takımı gibi arkada 30 metre, 40 metrelik boşluklar bıraktı Bayern Münih, yedikleri birinci, üçüncü ve dördüncü gol kendilerine hiç yakışmadı. Boş alanda adeta cirit attı Wolfsburg De Bruyne önderliğinde. O boşlukları bulmak için de savunmadan atılan 40 metrelik, 50 metrelik uzun toplar yeterliydi. Bu savunma anlayışı kesinlikle kabul edilemez Bayern Münih adına. Geçen sene Real Madrid'e elenirken, 0-2'den sonra arkada verdiği boşluklara benzedi dünkü maçta Bayern'in hali. Beklerin arkasına sürekli sızdı De Bruyne, Perisic ve Caligiuri. Bas Dost'un ikinci golü maçın en güzel anlarından biriydi, zamanlaması da Wolfsburg adına mükemmeldi - 45+1-. Andre Schürrle'nin transferi de gerçekten bitmişse Wolfsburg ikinci yarıda çok takımın canını yakacaktır. Nokta santrafor dahil hücumun her alanında oynayabilen Schürrle Wolfsburg için çok önemli bir kontra atak silahı olacaktır.

Belki hazır değillerdi, belki fazla kale almadılar, belki de bu bir düşüşün başlangıcı, her ne olursa olsun bu maç çok konuşulacak ve defalarca izlenecek. Sadece Bundesliga takımlarının hocaları değil Mircea Lucescu da defalarca izleyecek bu kasedi. Kim bilir, kura çekimi sonrası kara bulutlar üzerinde dolaşan Lucescu'nun ekibi dersine iyi çalışıp büyük bir sürprize imza atarak Bayern'i turnuva dışına iter. Bayern Münih için Wolfsburg maçı bir milat olabilir, ya düşüşün başlangıcı olarak ya da hataların gün yüzüne çıkması ve Bayern'in üç kupaya uzanan yolculuğunun anahtar noktası olarak..

Bu yazı 31.01.2015 tarihinde yazılmıştır.

17 Ocak 2015 Cumartesi

Sir Alex Ferguson'ın Otobiyografisi

Sadece Manchester United ve İngiliz futbolu değil dünya futbol tarihine damgasını vurmuş isimlerden biri olan Sir Alex Ferguson'ın 27 yıllık Manchester United macerasını anlattığı otobiyografisini keyifle okudum.  Her futbol kitabı gibi Sir Alex Ferguson'ın kitabı da futbola ve özellikle takım yönetmeye dair birçok faydalı bilgi edinmemi sağladı. 27 sene Manchester United gibi bir kulübün başında kalıp, sayısız başarıya imza atmak kelimelerle anlatılamayacak kadar önemli bir başarı.

Kitabı futbolu seven herkese tavsiye ederim, içinde çok güzel hikayeler var. Manchester United'ın 1990'larda başlayan yükselişini izlemiş bir futbol izleyicisi olarak olayların perde arkasını öğrenmek gerçekten oldukça eğlenceli. Kitaptan anlatılacak bir çok kesim var ama bu yazıda daha çok teknik Direktörlerin ve futbolseverlerin Ferguson'ın kulübü nasıl yönettiğine dair yaklaşımlarını öğrenmelerini istiyorum.

*27 sene Manchester United'ın başında kalabilmek için sarsılmaz bir otoriteye sahip olmanız gerekir. Ferguson için de Manchester United kulübü herşeyin önündedir. Hiçbir futbolcu teknik direktörün otoritesini sarsamaz, sarsıcı hareketlerde bulunursa cezalandırılır, takımdan gönderilir. Bu oyuncunun ismi Beckham da olsa Keane de olsa Ruud Van Nistelrooy da olsa, böyle bir davranışta bulunduğu zaman Sir Alex Ferguson bir dakika bile düşünmeden biletlerini kesmiş bu oyuncuların." Soyunma odasını ele geçirmeye çalışan oyuncular oldu, buna izin verirseniz takımdan gidecek kişi siz olursunuz" demiş kitapta Ferguson. Saha dışı yaşamına önem verip, futbolcu kimliğinden uzaklaşmaya başlayan ve bu konularda uyarı almasına rağmen bildiğini okuyan Beckham, soyunma odasında etkili bir isim olmasına rağmen öfke kontrolüne sahip olmayan ve kulübü, takım arkadaşlarını rencide eden açıklamalar  yapan Roy Keane, oynamadığı bir maçta Sir Alex'e küfürlü söylemde bulunan ve bazı takım arkadaşlarıyla geçinemeyen Ruud Van Nistelrooy Ferguson'ın otoritesini sarsıcı hareketlerde bulunduğu için takımdan uzaklaştırıldı.

*Sir Alex Ferguson "fit" olmayan oyuncuya forma vermiyor. Carlos Tevez'in antremanlarda çok az çalıştığını, antremanlarını sevmediğini ama buna rağmen maçlardaki isteği nedeniyle forma verdiğini anımsatıyor Ferguson kitapta. Tevez'in ilk 11'de oynamadığı zaman kondisyon problemine girdiğini ve formsuz olduğu zaman onu kestiğinde Tevez'in tekrar forma girmesinin birkaç maç sürdüğünü hatırlatıyor. Aynı şekilde fizik olarak Rooney'nin dezavantajları olduğunu (vücut yapısı) ve bu yüzden sürekli "fit" kalması gerektiğini söylemiş kitabında Sir Alex. Rooney'nin de sakatlık sonrası - bu sakatlık 1 veya 2 haftalık olsa bile - maç kondisyonunu kaybettiğini ve üst üste maçlar oynayarak yeniden "fit" hale gelebildiğini söylüyor. Sir Alex oyuncu hazır değilse ismi ne olursa olsun oynatmayacağını söylüyor kitabında. Fizik olarak hazır olmak  onun  ideal oyuncusu olmak için çok önemli.

*Ferguson inanılmaz bir planlamacı, müthiş bir kadro mühendisi. Hep elindeki oyuncuların yaşına, ne zaman tavan noktasında olacağına, ne zaman düşüşe başlayacağına bakıyor,hangi bölgelerde ne tip oyuncu eksiklerinin olduğunu sürekli analiz ediyor, kadroyu ona göre şekillendiriyor. Ferguson için tesadüfi bir transfer söz konusu değil. Transfer ettiği oyuncu mutlaka bir planlama dahilinde alınıyor.

*Kitapta en çok etkilendiğim bir diğer unsur da Ferguson'ın oyuncu satışı ve alışındaki tavırları. Hem satışta hem alışta oyuncu için tavan rakam belirliyor, alışta o rakamın üstüne çıkmasına izin vermiyor yönetimin ( 1-2 milyon pound oynamalar hariç ) ve satışta da "bu oyuncuyu şu rakamdan aşağı satmayın" gibi net tavır içerisinde oluyor. Oyuncunun kaç pozisyonda oynadığını, ne durumda olduğunu - fizik olarak, kariyer olarak ( düşüşte mi yükselişte mi vs ) - düşünüp ona göre satış rakamı belirliyor. Örn: Veron'u 15 milyon €'dan aşağı satmayın (rakam temsili) diyor veya Saha'ya en fazla 10 milyon € verin diyor satın alırken. Ferguson için oyuncunun yeteneği ve yapabileceklerine göre para verilmeli, sokağa para dökülmesine karşı bir zihniyeti var (Chelsea ve Man.City'nin transferde ödediği rakamları ödemiyor M.Utd Ferguson zamanında)

*Ferguson kadro mühendisliği ve planlama konusunda uzman olduğu kadar oyuncu gelişiminde de uzman bir isim. Altyapıya çok önem veriyor ve finansal durumun kötü olduğu zamanlarda altyapıdan mutlaka birkaç oyuncuyu kazanıyor. Altyapının kulüp için çok önemli olduğunu vurguluyor ve oradan gelen oyuncuların Manchester United kültürüne sahip olduğunu ve koruduğunu düşünüyor.

*Ferguson ayrıca birçoğumuzun bildiği üzere 'kendi oyununu oyna' tarzında bir teknik direktör. Rakip kim olursa olsun, hücum felsefesinden vazgeçmiyor. Ama bu her maça aynı taktikle çıkıyor anlamına gelmiyor zira güçlü rakiplere karşı rakibin güçlü bölgesini durduracak oyuncu tercihleri ve taktikler tercih ediyor. Kitapta en beğendiği takım olarak 2011 yılının Barcelona'sını gösteriyor ve 2009 & 2011 Ş.Ligi finalinde karşılaştığı Barcelona'ya karşı 2008 Ş.Ligi yarı finalinde oynattığı United karakterine aykırı, defansif bir oyun anlayışı sergilemediği için çok pişman olduğunu söylüyor. O zamanki Barcelona'ya karşı kendi oyunlarını oynamak istediklerini, kupayı bu şekilde kazanmanın doğru olacağını söylüyor ama bu anlayışla Barcelona'yı asla yenemeyeceklerini daha sonra anladığını ve pişman olduğunu belirtiyor.

*Alex Ferguson Manchester United'ın hızlı futbol oynaması gerektiğini ve tempoyu hep yukarıda tutuklarını söylüyor. Moyes'un gelmesiyle takımın bariz olarak daha yavaş bir tempoya geçtiğini ve United'lı oyuncuların yıllarca hızlı tempoyla oynadıktan sonra buna alışamadığını söylüyor. United'ın yıllarca hızlı oyun temposuna ayak uyduracak oyuncular seçtiğinin altını çiziyor ve ayrıca hızlı oyunun hızlı oyuncularla değil aynı zamanda hızlı düşünen oyuncularla oynanabileceğini söylüyor.

*Önemli katkıları olmasına rağmen ayrıldıktan sonra Stam, Keane, Beckham gibi oyuncuların yerlerini doldurduklarını ama Scholes'un boşluğunu dolduramadıklarını belirtiyor. Scholes kalitesinde bir oyuncu transfer edemediklerini ve orada bir boşluk olduğunu itiraf ediyor.

*Alex Ferguson forvet oyuncularının, kanat oyuncularının ve orta saha oyuncularının gol oranına önem veriyor. Bir kanat oyuncusunun bir sezonda 8 gol atabilmesi onun için önemli bir başarı. Hücum felsefesine sahip olduğu için oyuncuların gol atma becerisi onun için oldukça önemli.

*Alex Ferguson ayrıca oyunculardaki düşüşü çok çabuk gözlemliyor ve ona göre önlemini alıyor. Rio Ferdinand'daki, Ruud Van Nistelrooy'daki ve Keane'deki düşüşü gözlemleyip o oyunculara farklı görevler veriyor veya takımdan gönderiyor zamanı geldiğinde. Yavaşlamaya başlayan oyunculara alternatif buluyor. Ferguson'a göre önemli bir sakatlık geçiren bir oyuncunun aynı seviyede geri dönmesi çok zor. Stam'ın yaşadığı sakatlık sonrası aynı düzeyde oynayamayacağını düşündüğünü, bu yüzden Lazio'ya sattığını ama Stam konusunda yanıldığını, İtalya'da aynı düzeyde futbol oynadığını belirtiyor. Giggs'in uzun süren kariyerindeki sırrın büyük bir sakatlık yaşamamasına bağlı olduğunu söylüyor. Ayrıca Ferguson Rooney'nin kariyerinin sonlarına doğru orta saha oynayacağını belirtiyor ki şu anda Rooney orta sahada oynuyor Van Gaal'in takımında....

*Oyuncuları hata yaptığı zaman - maç içi hata harici hatalar, disiplinsizlikler - sırtını asla sıvazlamıyor. Oyuncunun hatasını anlamasını istiyor.

*Ferguson alacağı bütün oyuncuları izliyor ve menajerlerin lafına göre asla transfer yapmıyor. Menajerlere ve scout'lara güvenip aldığı tek oyuncu Bebe, o da hayalkırıklığı yaratıp ayrıldı. Ferguson ayrıca alacağı oyuncular için diğer teknik direktörlerin - oyuncuyu izlemiş veya çalıştırmış - fikrini alıyor, asla acele karar vermiyor. Ortalama 1 ay bir oyuncuyu izletiyor scout'a, sonra kendi izliyor tribünden.

*Transfer edeceği oyuncunun potansiyeline, yeteneğine bakmakla birlikte Manchester United oyuncusu olup olmadığına da bakıyor. Karakteri ve profesyonelliği en az oyuncunun kabiliyeti kadar önemli onun için. Sorunlu futbolcuları takımına transfer etmiyor yeteneği ne olursa olsun.

*Yardımcılarına çok güveniyor, Carlos Quieroz ve Mike Phelan'a her konuda akıl danışıyor. Onlara saygısızlık yapan oyuncuları da otoriteye saygısızlık yaptıkları dolasıyıyla cezalandırıyor.

*Ferguson göndereceği oyuncularla hep diyalog kuruyor. Takımdaki geleceklerini nasıl gördüğünü onlara anlatıyor ve transferlerinde kolaylık sağlıyor. Butt ve Phil Neville'ın çok iyi oyuncular olmasına rağmen takımda yeteri kadar yer veremediği ve onlara haksızlık olduğunu düşündüğü için - o yetenekleriyle başka kulüplerde iyi bir kariyerleri olabileceğini düşündüğü için - değerlerinin daha azına transfer olmalarını sağlıyor.

*Ferguson futbolcunun asıl mesleğinin ne olduğunu asla unutmaması gerektiğini, bir film yıldızı, rockstar olmadıklarını, şöhrete kapılıp futbol dışı faliyetlerden kendilerini mümkün olduğunca uzak tutmalarını belirtiyor. Beckham ve Ferdinand'ın bu konularda başarısız olduğunun altını çiziyor.

Sir Alex Ferguson'ın kitabı onlarca anıyla dolu. Kitabını okuduktan sonra gerçekten müthiş bir beyin ve müthiş bir lider olduğunu anlayabiliyorsunuz. Sir Alex Ferguson gibisi bir daha gelir mi bilinmez, futbolseverlerin mutlaka bu kitabı okumasını bir kez daha tavsiye ederim.

Bu yazı 17.02.2015 tarihinde yazılmıştır

5 Ocak 2015 Pazartesi

Real Madrid'in Galibiyet Serisi 2014'te kaldı‏

30 Aralık’ta La Liga tatildeyken Dubai’deydi Real Madrid. Hazırlık maçı için gittiği Dubai’de birçok ilk 11 oyuncusu 45 dakikalık süre aldı 4-2’lik yenilgi ile biten maçta. Dün bu maçın ardından çıktığı lig maçında Valencia’ya 2-1 kaybederek 22 maçlık galibiyet serisinin sonunu gördü aynı Real Madrid. 22 maçlık kazanma serisine sahip bir takımdan çok, para kazanmak için – ve sponsorları memnun etmek için - gidilen bu  “gereksiz” özel maçın yarattığı psikolojik ve fiziksel yorgunlukla sahada varlık gösteremeyen bir takım olarak gözüktü Eflatun beyazlılar.

Şampiyonluğa oynayan takımlar için şampiyonluğun yolu bazı takımlardan geçer derler. İspanya’da da Şampiyonluk Atletico Madrid’den, Valencia’dan, Sevilla’dan ve hatta ve hatta Athletic Bilbao ve Villareal’den geçiyor. Barcelona ve Real Madrid’in puan kayıplarından çok kaç fark atacağı konuşuluyor oynadığı maçlarda. Bu iki süper gücün puan kaybı yaşayabileceği takımlar ise üstteki takımlar.

Valencia Nuno ile bu yıl çıkışta, oynadıkları futbol La Liga’da 3.sırayı sonuna kadar kovalayacaklarını gösteriyor. Barcelona 90+5’te galibiyet golünü bulabilmişti Mestalla’da, Real Madrid ise evine eli boş döndü.

Maça 5’li bir savunma anlayışı ile başladı Nuno. Sağda Barragan solda Piatti kağıt üstünde tuhaf duruyordu. Teknik direktörlerin beşli savunmanın beklerinde ofansif veya defansif tercihler yapmalarını anlayabiliyoruz ama Nuno sanırım tam anlamıyla arada kalmış. Sağ tarafı daha sağlam tutup bek Barragan’ı oynatmaya karar vermiş ama solda Gaya yerine orta saha, kanat özellikli Piatti’yi kullanmaya karar vermiş. Belki de hem Gaya hem Barragan ile hücumda etkisiz olacağını düşünmüştür takımının. Orta saha üçlüsünde yeni transfer Enzo Perez ile kaptan Parejo ve bu yılın iyi isimlerinden Andre Gomes yer alırken ileride Negredo ve Paco Alcacer ikilisi ile başladı Valencia. Kanat oyuncuları Feghouli ve Rodrigo ise sistemin kurbanı olup bench’te Nuno’dan şans beklediler.

Real Madrid ise alıştığımız düzende, alıştığımız oyuncularla oynadı: Casillas-Carvajal,Pepe,Ramos,Marcelo-Isco,Kroos,James Rodriguez-Bale,Benzema,Ronaldo.

Maça Valencia oldukça baskılı başladı ve üçüncü bölgede daha dikkatli olsalar Ronaldo’nun penaltısından önce 1-0 öne geçebilirlerdi. 14’te Ronaldo’nun penaltısıyla 1-0 öne geçti Real Madrid ve ilk yarının sonuna kadar iki takımın da gol bulabileceği fırsatlar yaratıldı. Maçın kilit anı 23’te Piatti’nin oyundan çıkıp Gaya’nın oyuna dahil olmasıydı. O dakikaya kadar Bale ile sağdan etkili gelen Real Madrid’in sağ kanadını çok iyi kapattı Gaya ve kademedeki Orban. Ki o Orban performansını her geçen dakika yükseltip maçın en iyilerinden biri olacaktı.

İlk yarının sonunda Andre Gomes’in şutu savunmanın da müdahelesi ile direğe takıldı ama öyle bir atmosfer vardı ki sahada Valencia’lı oyuncular ve taraftarlar ikinci yarıda golü bulacaklarına emindiler.

Dubai’deki maçın yorgunluğundan dolayı mı ,Valencia’nın çok iyi alan kapatmasından mı bilinmez Real Madrid bir türlü organize olamadı hücumda maç boyu.

2.yarının başında fırtına gibi başlayıp 52 ve 65’te kendisine gereken golleri buldu Valencia. Solda çizgiye çok yakın oynayıp etkinliği düşen Ronaldo gibi takım arkadaşları da hücumda etkisiz kaldı.

Valencia adına Otamendi, Obran ve Mustafi üçlüsü maç boyu kusurusuza yakın kademe anlayışı ile oynayıp Real Madrid’e açık oyundan gol şansı tanımadılar. İlerde Negredo tuttuğu toplar ve aldığı faullerle takımına nefes aldırdı 75’e kadar. Sakatlanıp çıkmasından sonra son dakikaların getirdiği baskı ile yarı sahasından çıkma şansı bulamadı Valencia ama 90 dakika sonunda 3 puanı hanesine yazdırdı.

Enzo Perez 25 milyon € ödenerek alındı ve takıma adapte olmaya başladığında Valencia’nın orta sahası daha da güçlenmiş olacak. Parejo ve Gomes sezon boyu iyi performans gösteriyorlardı, arkada savunma ile orta saha arasındaki bağlantıyı yapması için daha kaliteli bir isime ihtiyaç vardı, o yüzden Perez alındı. Şampiyonlar ligini hedefleyen Valencia’nın bu doğrultuda emin adımlarla ilerlediğini söyleyebiliriz. 

Lider Real Madrid’ten 5 puan geride 4. Sırada bulunan Valencia Real Madrid’in 22 maçlık kazanma serisini bitirdi. Mestalla’dan kayıpsız ayrılan ve maç fazlasıyla liderlik şansına sahip olan Barcelona ise Valencia-Real Madrid maçından birkaç saat sonra çıktığı Sociedad maçında şoka uğradı, puan durumunda Real Madrid zirvede kaldı – maç eksiğine rağmen -.

Şampiyonluğun yolu bu maçlardan geçiyor, yeni yıla kötü başlayan Real Madrid ve Barcelona’nın zirve yarışı son haftaya kadar devam edecek. Sürpriz kayıplar devam ederse Atletico Madrid, Valencia ve Sevilla hemen arkalarında ikinci bir mucize için bekliyorlar – Geçtiğimiz yıl Atletico Madrid’in yaptığı mucize gibi - .

Bu yazı 05.01.2015 tarihinde yazılmıştır.






24 Aralık 2014 Çarşamba

George Hill ile birlikte Indiana'nın Hücumu da geri döndü !

Bu sezon sakatlığından dolayı henüz maça çıkamayan George Hill dün New Orleans Pelicans'a karşı ilk maçına çıktı. Bench'ten oyuna giren Hill büyük tezahürat ve alkışlar eşliğinde Indiana'nın hücumunu yönetti.

21 dakika sahada kalıp 5'te 8 saha içi isabeti ile 15 sayı, 3 asist ve 4 ribaunt üretti Hill ama yaptıkları rakamların çok ötesindeydi.

Sene başından beri hücumda zorlanan Indiana, Hill'in komutası altında çok daha rahat gözüktü hücumda. Maçı takım olarak % 50 şut isabeti ile bitirmenin yanı sıra Hibbert ve West'e pota altında inen toplar, pick & roll sonrası topun hareketi ve boş adamın çabucak bulunması Hill'in gerçek etkisini görmemizi sağladı.

Başa baş giden maçta, Hill'in oyuna dahil olmasıyla ve Hibbert'ın pota altını kararıp, 7 blokla kapattığı ilk yarının ardından Indiana Pacers maçın kontrolünü eline almaya başladı.

NBA'de pota altından en yüksek yüzde ile şut atan oyuncu olan Anthony Davis, rakiplerini pota altında en az şut yüzdesine sürükleyen Hibbert karşısında zorlandı.

18'de 8 ile 21 sayıyla maçı kapattı Davis ve maçta kontrolü hiç eline alamadı. Pota altında West, Hibbert, Scola ve Allen dönüşümlü olarak Davis'in etkinliğini kısıtladılar.

Pelicans'ta Davis'in damgasını vuramadığı maçta Pacers savunmasının boşluk vermemesi üzerine ne Evans ne Anderson etkili olabildi. Bütün yük Holiday'e kaldı, o da zorlama atışlarla sayı bulmaya çalışıp 21'de 7 gibi çok kötü bir saha içi isabet oranıyla ve 16 sayıyla maçı kapattı.

Maçın hikayesi George Hill'in geri dönüşüydü. Onun hem savunmada hem de hücumda yaptıkları Indiana'ya güven verdi.

Hücumda arkadaşlarını ve setleri çok iyi tanıması, tempoyu yukarıya çekmesi ve topu boş adamla doğru anda doğru pas şiddetiyle buluşturabilmesi sayesinde Indiana'nın hücumu sezon başından beri ilk kez bu kadar akıcıydı.

Stephenson gitti, George da sakat ama yine de Hill'in gelişi ile yukarı doğru bir ivme yakaladı Indiana. Son 2 maçını kazandılar ama bu maçta asıl kazanç Hill oldu. Hibbert, West, Miles, Stuckey, Solomon Hill ve diğer oyuncular Hill'in önderliğinde daha etkili bir hücum performansı sergileyecekler.

Indiana için playoff tırmanışı resmen başladı !

22 Aralık 2014 Pazartesi

Liverpool:2 Arsenal:2 - Sorunlu iki takımın mücadelesi -‏


Dün akşam Anfield’da oynanan Liverpool – Arsenal maçında bu yıl beklentilerin altında kalan iki takım beklentilerin üstünde bir maç ortaya koydu.  Liverpool’un hakimiyeti altında geçen maçta ev sahibi ekip 1 puanı 90+7’de kurtardı.

GALİBİYET İÇİN OYNAYAN İKİ TAKIM

Ligde 10. Sırada bulunan Liverpool hücum hattındaki eksikleri  - iki gol bulmasına rağmen - bu maçta yine hissetti. Sterling Manchester United maçındaki gibi en uçta görev alırken ona Markovic, Lallana ve Coutinho destek verirken Welbeck, Giroud, Sanchez üçlüsü ile sahada yer alan Arsenal’in Anfield’da 1 puandan fazlasını hedeflediğini söylesek yanlış olmazdı.

Liverpool menajeri Brendan Rodgers bu yıl İngiltere’de moda olan üçlü savunmayı – geçen yıl kendisi de kullanıyordu - bir kez daha kullandı. Skrtel Toure ve Sakho’dan oluşan savunma üçlüsünün önünde Lucas Leiva ve Steven Gerrard oynarken, kanatlarda Henderson ve Markovic bulunuyordu. Arsenal’in etkili oyuncularından Sanchez’in sağ kanatta oynadığı düşünülürse, sol tarafta Markovic’e çok iş düşüyordu ki Sanchez sezonun en kötü maçlarından birini oynayarak maç öncesi beklentileri boşa çıkardı.

Orta sahayı Cazorla, Flamini, Chamberlain üçlüsü ile kuran Wenger sağ bek Debuchy’i merkezde Mertesacker’le birlikte kullanıp beklerde Chambers ve Gibbs’e şans verdi.

MAÇIN KISA ÖZETİ

Maçın ilk yarısı Liverpool’un lehine gelişti. Topla daha fazla oynayıp ileride pozisyonlar bulan ekip Liverpool’du. 45’te Coutinho’nun golüne aynı dakikada Debuchy cevap verip soyunma odasına 1-1 girilmeseydi skor avantajıyla ikinci yarıda daha rahat bir Liverpool görebilirdik. Arsenal beklentilerin aksine topla daha az oynayıp hücumda daha az gözükmesine rağmen Cazorla ve Giroud’un muhteşem işbirliği ile öne geçen taraf oldu. 1-2’den sonra Coutinho’nun ayağına oturmayan birkaç önemli gol pozisyonu buldu Liverpool. Ardından oyuna sonradan giren Borini takımını 10 kişi bırakınca Arsenal’in rahat bir galibiyet alacağı düşünülüyordu. Skrtel’in sakatlığı dolayısıyla 5,6 dakika ekstradan duran oyun 9 dakika uzatmaya gitti. Son dakika psikolojisi ile skoru korumak için geriye çekilen Arsenal uzatmanın 9 dakika olduğunu bir anlığına unuttu sanırım. 9 dakika futbol için çok uzun bir süre ve nitekim 90+7’de kornerden gelen topta Skrtel’in rahat kafa vuruşu ile golü yediler.

ÇIKMAZ SON

Sonuç olarak Liverpool 10, Arsenal 6.sırada kaldı. Her iki takım için de işler bu yıl iyi gitmiyor. Arsenal futbolcu kalitesiyle biraz daha önde sıralamada Liverpool’dan ama onlar da en az Liverpool kadar kötüler bu yıl. Bahsettiğim oyuncu kalitesi farkı olmasaydı belki Liverpol yerine Arsenal 10.’ydu.

HEDEFSİZ ARSENAL
Wenger’in hedefsiz Arsenal’i – yıllardır şampiyonluğa uzaklar- uzun zamandır eleştiriliyordu. Yetiştirici kulüp olup rekabette geride kalan Arsenal bu döngüyü kırmak için 2 yıldır pahalı transfer hamleleri yapıyor -Mesut Özil ve Alexis Sanchez -ama sonuç değişmiyor. Mesut ilk 3 ay gösterdiği performansın yanına yaklaşamıyor, Alexis ise iyi bir form tuttursa da tek başına yeterli olmuyor başarı için.

SAVUNMADAKİ EKSİKLİKLER
Takımın savunmada yaşadığı sıkıntılar aşikar, dünya çapında stoper, bek ve önliberolara sahip değil Arsenal. Elindeki malzeme ile de anca bu kadar savunma yapabiliyor. Zaten Wenger’in pek önemsediği bir şey değil oyunun savunma tarafı. Hal böyle olunca da takım kırılgan oluyor. Anderlecht’e karşı 3-0 öne geçtiği maçı bile beraberlikle bitirebiliyor. Gol yemeye çok müsait Arsenal. Ayrıca orta sahadaki yumuşaklık da göze çarpıyor. Wilshere, Cazorla, Arteta ideal üçlüsü oyunun pas yönünü harika oynuyor olabilirler ama fiziksel olarak zayıf kalıyorlar. Bununla birlikte, savunmanın içine giren, oraya yardım getirebilen oyuncu tipleri değil bu oyuncular. Arsenal tiki-taka benzeri bir oyunla ancak fiziksel dezavantajlarını kapatabilir bu orta saha yapısıyla. O sistemi oynatmak, uzmanlaştırmak ise Pep Guardiola’nın işi.

GİROUD

İleri uçta Giroud’un konta atak oyununda ağır kalması, kalite olarak bir Benzema bir Suarez bir Sturridge bir Diego Costa ayarında olmaması da takımın kötü oynadığı maçlarda santraforunun yapacağı ekstra işlerle ekstra puanlar kazanmasına mani oluyor. Sanchez ve Welbeck kontra atağa daha uygun oyuncular. Skor 1-2 olduktan kısa bir süre sonra bunlardan birini öne atıp başka bir orta saha oyuncusu ile hem orta sahayı kalabalık tutmayı hem de ani ataklarda daha etkili olmayı düşünebilirdi Wenger ama yapmadı.

Wenger “adjustment”  - düzeltme , duruma göre değiştirme - konusunda yıllardır böyle. Kazanmak için sistemini, felsefesini değiştiren bir adam değil. Belli kalıpları var ve kazanmak çok umurunda değil. Doğru oyunu oynamayı felsefe edinmiş durumda ama şampiyonluğu hedefleyen bir takımın oyundan çok puana odaklaması gerekiyor. City ve Chelsea gereken bütün ayarlamaları, değişiklikleri yapıp kimi zaman çirkin futbolla kazanıyor.

Önemli olan kazanmak mı yoksa göze hoş gelen futbol oynayıp hedefsiz yola devam etmek mi bu da Arsenal yönetiminin vereceği karar.

SUAREZ’İN GİDİŞİ LİVERPOOL’U ÇOK ETKİLEDİ

Liverpool cephesinde ise klasik bir “yıldız oyuncunun ayrılışı ve onun yerine alınan oyuncuların katkı verememesi” sendromu yaşanıyor. Luis Suarez  sadece geçen yıl Premier Lig’in değil  dünyanın en iyi oyuncularından biriydi – ısırma olayı yaşanmasa yılın futbolcusu için ilk 3 adaydan biri olabilirdi - . Liverpool’a bir sürü puan kazandırdı Sturridge’le birlikte. Suarez’in yaptığı sadece rakamlarla ölçülemez. Liverpool’a getirdiği özgüven rakiplere saldığı korku da yadsınamaz faktörler. Liverpool Suarez’le sahaya çıktığında rakipler savunma hatlarını öne çıkarmakta tereddüt ediyorlardı.

BALO(N)TELLİ ve LAMBERT

Suarez’in yerine alınan Balotelli ise bu yıl fiyasko, henüz golü yok Liverpool adına. Golünün olmaması çok fazla önemli değil ama sergilediği duruş ve tavırları bir kez daha rahatsızlık veriyor.  Sturridge’in de sakat olduğu bu dönemde sahaya adım bile atamamasının yegane nedeni de bu. Takım Real Madrid’e 3-0 yenilirken orta sahada gamsız bir şekilde dolanıp arkadaşlarına topuk pasları atan, devre arası Marcelo ile forma değiştiren bir adam Balotelli.
Kalitesi Liverpool’a yetmeyen, iyi iniyetli ama eski tip bir golcü olan Lambert’ın da takıma katkısı çok az. Hal böyle olunca ileride Sterling oynuyor son iki maçtır – aslen kanat oynayan Sterling-. Sterling’in kanatlarda yaptığı işi yapacak bir başka Sterling de yok maalesef.

DİĞER BÖLGELER DE SORUNLU

Sadece ilerde değil sorunlar, orta sahadaki dinamizm, Gerrard’ın yaşı gereği yaşadığı düşüş, yeni transferler Lallana ve Markovic’in geldikleri takımlardaki performanslarının yarısına dahi ulaşamaması da sorunlar arasında. Yine de bence Suarez Sturridge ikilisi sahada olsaydı hem orta saha hem de bu kanat oyuncuları çok daha iyi performans verirlerdi.
Liverpool erken gol bulup hızlı oyuncularıyla rakibi hep tehdit altında tutuyordu geçen yıl. Sterling, Sturridge ve Suarez ışık hızında kaleye iniyorlardı. İlerde ne top tutabildikleri ne de kaliteye sahip oldukları için bu yıl bu özelliklerini kaybettiler.

OCAK’TA YENİ TRANSFER ve STURRIDGE’in DÖNMESİ GEREKİYOR

Ocak’ta Sturridge dönünce işler bir parça düzelebilir ama kesinlikle oyun yanında dünya çapında bir forvet oyuncusu gerekiyor. Gezici forvet Edinson Cavani benzeri bir oyuncu ilaç olur Liverpool’a.

MIGNOLET’E İNANÇ GEREKİYOR

Ayrıca takımın kalede Mignolet’e güvenmesi gerektiğini düşünüyorum. Mignolet’nin kumaşı çok iyi, geçen sene de bunu gösterdi. Bu yıl kötü oynuyor ama Jones’tan çok daha iyi bir kaleci. Jones ile alacağınız yol sınırlı, Mignolet’i kendine getirebilirseniz kazancınız çok daha fazla olur! Kaleci aramayı bırakıp Mignolet’e güvenmeye devam etmeli Liverpool. Ama illa bir kaleci alınacaksa Petr Cech’in peşine düşmeleri akılcı olur.

İLK 4 ÇOK ZOR BELKİ İLK 6 OLABİLİR

Liverpool’un sorunları devre arası transflerine göre hafifleyebilir ama bitmez. İlk 4’ü bir şekilde yakalayabilirlerse çok iyi olur ama o da çok uzak gözüküyor şu aşamada. En kötü ihtimalle ligi ilk 6 içinde bitireceklerini düşünüyorum. Rodgers da eksiklerin farkında, ara transfer döneminde çok dikkatli olmaları gerekiyor.

Bu yazı 22.12.2014 tarihinde yazılmıştır.